
Ankara’dan Adana’ya gitmek için yaklaşık 500km’lik karayolunu aşmak durumundasınız fakat bunun ötesinde aşmanız gereken, belki karayolunu takip ederken çok da fazla hissetmeyeceğiniz, Toros dağları önünüzde uzanmış oluyor. Adana’yı ve geneli itibariyle Akdeniz sahillerini İç Anadolu’nun çetin iklimsel koşullarından ayırıp bambaşka sıcaklıkların yaşanmasını sağlayan, adına şarkılar bestelenip şiirler yazılmış olan bu sıradağlar yolculuğun belli bir bölümünde eşsiz görüntülerin oluşmasını sağlıyor. Niğde’yi geçtikten sonra Toros Dağları’nın kuzey yamaçları sizi karşılıyor. Pozantı’dan sonra yaklaşık 10 tane tünelden geçip tepeleri ardınızda bıraka bıraka Adana’ya yaklaşıyorsunuz. Sıcaklık inanılmaz şekilde hızla yükseliyor. Ocak ayının 7’sinde yaptığımız Adana yolculuğunda Ankara’dan ayrıldığımızda sıcaklık -2°C’ydi. Adana’ya vardığımızda derhal montlarımızı ve hatta üstümüzdeki kalın sweatshirtleri çıkarttıran sıcaklık seviyesi 18°C’ydi.
Akdeniz’i Anadolu’dan izole edip iklimini özgünleşmesine neden olan en büyük etmen Toros Dağları. Bu sıradağlar milyonlarca yıl boyunca Arap ve Afrika levhalarının kuzeye doğru hareket etmesi sonucunda Anadolu coğrafyasına baskı uygulamasıyla şekillendi. 200 milyon yıl önce günümüzdeki Akdeniz, Karadeniz ve Hazar Denizlerinin atası niteliğinde olan Tetis Okyanusunun tabanının tortul tabakayla dolmasıyla arazi yumuşamış, kıta hareketlerinin sıkıştırmasıyla kıvrılarak bu muhteşem sıradağlar oluşmuştur. Adana’nın kebabını değil ama sıcağını işte bu harikulade coğrafi şekillenime ve milyonlarca yıllık sürecin sonucunda oluşan Toroslara borçluyuz.
Montlarımızı çıkarıp kendimizi şehrin kalbine attıktan sonra soluğu bir kebapçıda aldığımızı söylemek tabi ki kimseyi şaşırtmayacaktır. Henüz daha öğlen saatlerinde olduğumuzdan ve yarışa kadar daha en az bir öğün daha yiyeceğimden dolayı bu küçük kebap kaçamağını zihnimde masumlaştırıp kabul edilebilir bir günah olduğuna kendimi inandırdım. Ardından yaptığımız yürüyüşlerle bu kaçamağın günahının biraz daha hafiflediğini söyleyebilirim. Taşköprü güzel bir manzara sunamadı bize zira Seyhan Nehri’nde neredeyse hiç su yoktu. Öğrendiğimize göre nehir yatağının temizliği için baraj kapaklarının kontrollü şekilde kapatılması nedeniyle zaman zaman bu durum oluşuyormuş.

1 gecelik konaklamayı İbis Hotel’de yaptık. Standart seviyede temiz bir konaklama isteyenler için şehir merkezine ve yarış start noktasına ideal uzaklıkta bulunan iyi bir seçenek. Ben 2 ay öncesinden odayı aldığım için de nispeten uygun bir fiyata konaklamış olduk. Yarış akşamı Ziyapaşa caddesinde turladık. İstanbul’un Bağdat caddesi veya Ankara’nın Tunalı Hilmi caddesi ile karşılaştırılabilecek bu caddede üst düzey alışveriş mağazaları ve yiyecek – içecek için birçok alternatif bulunuyor. Yarıştan önceki akşam risk almayarak hafif bir pizza ile akşam öğününü carb – load ile geçiştirdik. Normalde yarıştan önceki gün “Shake Out Run” konseptinde 3 – 5k koşarak bacaklarımı yarışa hazırlamayı planlıyordum fakat Adana’da müthiş bir hava bizi karşılayınca kendimizi şehri doyasıya gezmeye verip günü 25bin adımla tamamlayarak bacaklarımda koşuya derman kalmayıncaya dek yürümüş olduk. Akşam otelde yaptığımız çay sohbetinde bacaklarım sızlıyor ve yarın yarışta bu bacaklarla nasıl koşacağımı düşünüyordum. Neyse ki yorgunluktan hemencecik sızıp uyumuşum ve sabah çok iyi dinlenmiş olarak uyandığıma sevindim. Saatimin verdiği uyku puanım çok az yarışçıya kısmet olacak denli yukarılardaydı.
Yarış
Yarış sabahları eğer yarışa 1-2 saat önce kahvaltı etme imkanım varsa yumurta ve peynir gibi standart kahvaltılıklarla beslenmeyi seviyorum. Bu yarışın saat 9:50’de başlayacak olması bu imkanı sunmuş oldu. 8’e kadar kahvaltıyı bitirecek şekilde standart şeyler tükettik. Yarış için planımı biri portakallı biri ise kahveli olmak üzere iki tane On The Go enerji jeli tüketecek şekilde yaptım. Yarış start alanında küçük bir ısınma sonrasında Adana caddelerinde yüzlerce koşu sevdalısıyla birlikte koşuyorduk.

Yarış planım 5:30 pace’e oturmaktı. En son yarışımı 15k mesafeyle 5:00 pace ortalamayla bitirmiştim. Yastıklaması yeterince iyi olmayan yanlış bir ayakkabı seçmemden dolayı yerden gelen darbenin etkisiyle 15k mesafenin sonlarına doğru çok yıprandığımı hissetmiştim. Bu yarışta antrenmanlarda çokça eskittiğim ama hala fena durumda olmayan Nike Tempo Next’lerimi giydim. Bu ayakkabıların yastıklamasını seviyorum. Bu yüzden yarışın sonuna kadar bacaklarımın iyi durumda kalacağından emindim. Yine de henüz bir yarı maratonu 2 saatin altında koşmamış olmamdan ve en iyisi için her yarışa yeterince tutturulabilir gerçekçi bir hedef payı bırakmak istememden dolayı 5:30 pace idealdi. Yarışın ikinci yarısında eğer kendimi iyi hissedersem hızlanmayı planlıyordum.
Yarışın 6. Veya 7. kilometrelerinde Kazancılar çarşısından geçerken ciğerci esnafın koşuculara ikram ettiği ciğer şiş videosu sosyal medyada viral oldu. Bu videoda ben de arkadan geçenler arasındayım. Biz tabi bu görüntüyü görünce gülümseyip koşuya devam etmekle yetindik. Her ne kadar arkaik genlerimiz arzuluyor olsa da, bir yarı maraton koşusunun henüz daha başlarındayken yemek isteyeceğim en son şey ciğer olurdu. J
12. kilometreyi aştıktan ve yarışın yarısını artık geride bıraktıktan sonra bacaklarımdan halen iyi sinyaller alıyordum. Bu durumda biraz hızlanmaya karar verdim ve 5:00’lı pacelere doğru hızlandım. 12 ve 15. kilometreler arasında parkur tırmanış içeriyordu. Dolayısıyla bu hızlanma pace’ime doğrudan yansımadı ama varolan hızımı koruyarak daha güçlü koşmaya başlamış oldum. İnişe geçtikten sonra 4:50’leri gördüm. Jellerden portakallı olanı yarışın tam olarak yarısında içtim. İkincisini ise 16. kilometrede tükettim. 15k sonrasında 5:00 pace’e oturarak koştum. Kalbin daha hızlı çalışmak zorunda kalması bir yana aslında bu paceler bacaklar için daha iyi. Daha hızlı koştuğunuz zaman bacakların yerle temas süresi kısalıyor, bacak esnekliği ister istemez yükseliyor ve bacağın yerle teması sırasında tüm iskelet sistemine binen darbenin şiddeti azalıyor. Dolayısıyla eğer kalp ve kasların oksijensiz solunumdaki anaeorobic performansı bu pacelerde koşmaya izin verecek ölçüde gelişmişse bacaklar açısından hızlı koşmak daha avantajlı kalp sistemi haricinde salt bacaklar açısından bakıldığında daha az yorucu oluyor.
Yarışın sonuna kadar hızımı korumayı başardım. Finish çizgisine vardığımda 1:50:33 süreyle 5:12 pace ortalamayla yarışı tamamlamıştım. Antrenörümle belirlediğimiz hedef 5:30 pace üzerinden 1:55’ti. Bu açıdan baktığımda halen iyileştirilebilecek hedef PB süreleri barındırıyor olmakla birlikte bu yarış özelinde benim için iyi bir iyileşme sağlamıştım. Bacaklarımın da tükenmemiş olması sevindirici oldu. Zira daha Adana – Ankara yolu bizi bekliyordu.

Organizasyon ve Yorumlar
Organizasyonu yeterince iyi bulduğumu söyleyebilirim. Yarış boyunca uygun sıklıkta su istasyonları bulunuyordu. Parkur işaretlemeleri ve yönlendirmeleri yeterliydi. Yarış organizasyonu Adana halkına şehrin muhtelif yerlerindeki ilan panolarından duyurulmuş ve insanların ilgisi çekilmişti. Genellikle bu tarz yarışlarda yolların kapalı olmasından dolayı sinirlenen ve polisle ağız dalaşına giren kişilere şahit oluruz ama bu yarışta ben böyle bir olaya denk gelmedim. İnsanların tezahüratları ve desteği güzeldi. Şehir insanının 13.’sü düzenlenen bu yarışı benimsediği anlaşılıyordu.
Organizasyonda benim garip bulduğum tek şey madalyaların yarıştan önceki gün kit teslimatı sırasında verilmiş olmasıydı. Finish alanındaki kaos nedeniyle veya bu iş için görevlendirilecek kişilerin organize edilmesindeki birtakım zorluklar nedeniyle bu yöntem tercih edilmiş gibi görünüyor ama yarışı bitiren kişinin madalyasını finish çizgisinden geçtikten sonra almasının çok güçlü manevi bir tarafı var. Bu duygu ne yazık ki hiçbir finisher’a nasip olmadı ama sağlık olsun diyelim. Hiç madalya verilmemesinden iyidir. Zaten yıllar sonra madalya kalabalığı içerisinde bu madalyanın yarıştan önce alınmış olduğu gerçeği zor hatırlanabilecek bir ayrıntı olacak.
Yarıştan sonra tabi ki bizi kebapla buluşturacak mental iradenin önünde artık hiçbir engel kalmamıştı. Soğuma hareketleri, duş ve otelden ayrılış sonrasında Adana’da geçireceğimiz son saatlerde kebabın keyfini çıkarmak üzere aldığımız tavsiyeler üzerine Onbaşılar’a gittik. Burası Seyhan Baraj Gölüne bakan güzel manzaraya sahip ve gerçekten nefis lezzetler sunan iyi bir mekan. Gerçi yarıştan sonraki açlığın da bu lezzet algısında payı olabilir, bunu yadsıyamam. O açlıkta ağzınıza ne atsanız çok lezzetli gelir ama buranın iyi bir alternatif olduğu da her şekilde anlaşılıyor.
Sonuç ve Hedefler
20°C’lik Adana’yı bırakıp soğuk Ankara yollarına düşmek hüzünlü oldu. Torosları geçtikten sonra soğuk, sis ve yer yer karlı düzlükleri izlemenin tek güzel tarafı eve yaklaşıyor olduğumuzu bilmekti. Özellikle bazı tepeleri örten sisin aldığı şekiller doğanın davranışlarını anlamaya iten düşüncelere sevk ediyordu.
Bu yarıştan sonra önümde Runtalya planı var. Her şey yolunda giderse, Antalya’da bir adım daha üzerine koyup, özellikle yarışın başından itibaren 5:00 pace ile koşarak 1:45 süreyi hedefliyor olacağım. Antalya’nın güzel havası, Mart soğuğunu iliklerimize kadar yaşatacak olan Ankara’dan sonra şüphesiz bünyeye yine iyi gelecek. O zamana kadar antrenmanlara devam. Şubatla birlikte artık yavaş yavaş outdoor bisiklet sürüşlerine de başlarız. Sağlıkla ve sporla kalın..